27 Nisan 2017 Perşembe

İnancın Elini Tutarken



Bugün akşam üst komşumu ziyarete gittim. Sormak istediğim bir kaç soru,anlamak istediğim duygular vardı. Kurgusunu "beklemek" üzerine yaptığım bir kaç öykü denemem vardı,komşum yaklaşık beş sene kadar bebeği olsun istedikten sonra çocuk sahibi olabilmişti. Konu beklemekse atlayamayacağım bir bekleme türü elbette. Öğrendiğim şeyler oldu ama aradığım cevapları bulamadım. Komşuluğumun büyük bölümünde bebek bekleyen bir kadın izlemiştim. Sohbet içinde şunu farkettim; komşum hiç bebek beklememiş meğer.
"Analatabilir misin,her tedavinde neler yaşıyodun,neler hissediyodun?" dedim."O benim duamdı.O benim duam.Karnımı okşayıp ona bakıyodum ve bir şeyi gönülden istersen,gönülden dua edersen gerçekten oluyor Mehtap Abla.Benim Dua'm oldu.Adı bile belliydi.Bir gün regl olmuştum ve dünya başıma yıkılmıştı. Kendimi zor toparladım "Ne yapıyosun sen?Bu yaptığın Allah'a isyan"dedim ve özür diledim.Ne zaman ki vazgeçtim duam o zaman oldu. " Ve her sorumu o ilk aşkını koruyan duyguyla "O benim duam "diye yanıtladı gözleri ışıldayarak.O ışıltıda umudu,umudun tutunduğu inancı görmemek imkansızdı.
Ziyaretimde şunları farkettim;sevdiğimiz insanları bile izlemekte yetersiz olabiliyoruz. Birlikte olduğumuz kişilerin duygularıyla empati yapabilmek mümkün değil. Bunun için olması gerekenden fazla körüz. Acı refleksimiz mutluluk refleksimizden çok daha fazla.Evet ben yıllarca çocuk bekleyen bir kadın izlemiştim ama hayır gerçek o değilmiş. Yetersiz bakmışım. Komşum için o çocuk zaten  varmış meğer. O sadece ona kavuşma anını bekliyormuş,ona dokunma anını bekliyormuş,tenine değme anını bekliyormuş. Ve ben çocuksuz komşumun çocuğunu görememişim. Komşumun yokluğunu görmüşüm,olmayan bebeğinin varlığındaki aşkı görememişim.  Umutlarımız her neye tutunuyorsa inancı bitirmemeli. Gerçeklik zannettiğimiz izlekler belki de sadece gözlerimizi kör eden karanlık bir mercektir. Belki de inanmak var olmanın sihiridir.





                                               

                                             




17 Nisan 2017 Pazartesi

Okuduklarımdan - MALİNA



Çok zorlanarak okuduğumu itiraf etmeliyim.İlk bölümde olayları olağan sırasıyla anlattığı halde sondan başa doğru okuyormuşum duygusundan kurtulamadım. Kimin kim olduğunu anlayana kadar da epey göbeğim çatladı. En son William Faulkner'in Ses ve Öfke'sini okurken bu kadar zorlanmıştım ama size söyleyeyim Malina daha zor. Çünkü Malina, 'Ben' diye tanımladığı anlatıcının bir kadının, iç sesi,sanrıları ile varoluş savaşı verirken yaşadığı dönüşümü anlatıyor. Kimin gerçekten var olduğunu kimin sanrı olduğunu anlamak epey güç.  Feminist varoluşun bir kadında baştan sona nasıl gerçekleştiğini anlatıyor. Kitabın sonunda değişimin tamamlanmasını "cinayet" olarak tanımlıyor. Bu tanımlamayı Bachmann'ın yapması bende endişe yarattı. "Yol hiçbir şeye yaramaz,herkes için vardır sadece ama herkesin o yoldan gitme zorunluluğu yoktur" diyor.Bachman bu feminist dönüşümün belkide herkes için gerekli olmadığını,herkese mutluluk getirmeyeceğine işaret ediyor.Kadın bireyselliğinin iç çatışma,toplumsal çatışma yaşamadan doğumla beraber gelen bir olağanlık olması için epey zaman var korkusuna kapıldım.İlk yayınlanışından bu yana geçen yarım yüzyıllık zaman, korkumu sebepsiz kılarmı bilemiyorum.
İkinci bölüm psikanalitik açıdan muhteşem ötesi. Rüyaların bu şekilde roman kurgusu olması için ya olağan üstü bir zekanın sahibi olmak lazım ya birebir o rüyaları,o dönüşümleri yaşamak lazım ya da bir psikanalistten yaşayan birinin notlarını aynen almak lazım.Muhteşemdi.
 Dönüşüm kolay değildir. Çoğu zaman tarihten gelmiş geleneklerle savaşmaktan çok kendi iç dünyamızda savaşlar veririz."Tanrılar çok,pek çok ölümler ölür" diyor Bachman.
   Değişirken pek çok kez ölürsün ama yukarıya doğru ölürsün.Bu da benim fikrim.













AYAĞA KALK muhafazakar


16 Nisan 20017 Türkiye'nin dönüm noktası günlerinden biriydi. Parlamenter sistemden tek adam rejimine geçiş oylandı. Bu ülke tarihi boyunca pek çok kez siyasi krizin eşiğine geldi.Defalarca da kıl payı kurtuldu. Kurtuluşundaki esas nokta demokratik yapıyı esas alan yasalarıydı. Yasaları uygulayan,yeminlerini ve vijdanlarını unutmamış hukukçular,bürokratlar, yazarlar,aydınlar,eğitimciler krizlerin kurtarıcı ekipleri oldu.Halk iyinin ve vijdanın sesini parazit olmadan dinleyebildi.Ve buna göre de davranışlarını yönlendirebildi.
Ben siyaset araştırmacısı,toplum bilimci değilim ama sizlere birebir orta sınıftan,iş arkadaşlarımdan,komşularımdan,ailemden anlatacaklarım var.Ülke şehirleşmenin,sanayileşmenin baş döndüren hızında gelişme yaşarken siyasiler de başörtüsünü siyasi erklerinin odak noktası yapmaya başlamıştı. Bu konu zaten vardı ama daha komplike ve planlı olmaya başlamışlardı.Sen-ben ayrımcılığına,yabancılaştırmaya böyle başladılar. Başörtüsünün başkanlığında kişilere pek çok yabancılık hissi vererek kendi cephelerine çekme politikası güttüler. Köylerden,kasabalardan büyük kentlere gelen fakir ve cahil halka "sizin hakkınız da daha iyi yaşamak,onurlu,saygın yaşamak ,daha fazla eğitim,daha fazla ekonomik geliri hak ediyorsunuz" mesajını barışçıl ve hakkaniyetle vermek yerine "onlar şimdiye kadar iyi yaşadı,şimdi sıra sizde,onlar günahkar siz Allah'ın takdirinde öteki tarafta da emin kullarsınız,onların çocukları tu kaka kızlı erkekli sizin çocuklarınız el-emin,saf ve temiz pir-ü pak,onlar şimdiye kadar sizi ezdi şimdi yaşama hakkı sizin...." vs.mesajları ile doldurdular. Halbuki ezen ya da iteleyen kimse yoktu. O zamanların ukala ve halkı sevmeyen kitlesi aynen şimdi son onbeş yılın zenginleri gibi hızlı sanayileşmede birden bire ne oldum delisi olmuş,zenginliği sindirememiş yine o iteledikleri kesimden yırtık dondan fırlamış gibi fırlayan densiz kişilerdi. Aşağılananları aşağılayanlar yine kendi içlerinden çıkmıştı yani.Ama cahil kördür,bu kandırmacalara eyvallah eden cahiller düşmanını göremedi. Dolduruşa geldi. Sen-ben ayrımına evre evre,politika o gün neyse an be an hizmet etti.Köyden,kasabadan şehre gelişindeki yabancılığı öteki dünyaya sarılarak gidermeye çalıştı. Çünkü kendini zayıf hissediyordu zaten sahaya 1-0 yenik inmişti. Onu sonsuza kadar destekleyecek sınırsız bir güce ihtiyacı vardı. İnanç var olma duygusunu canlı tutmada çok gerekli bir ihtiyaçtır ve köyden gelen halk bu inanç ihtiyacını dine sarılarak gidermeye çalıştı. Siyaset de bunu çok iyi tespit edip kullandı.
Kadınlar devreye girdi. Öte dünyasını garantiye alan dindar kadınlar din tüccarlığına hizmet ederken ülke felaketini de bir güzel hazırladılar. Güzel bir resim oluşturdular. Namaz niyaz,kur'an tesbih sözde ahiret için çalışıyorken kocaları da siyasetin mükemmel organizasyonu ile elele vermenin nimetleri ile kazandıkça kazanıyorlardı. Ehl-i müslümanlık,başörtüsünün bereketi dünyalıklarını da hazırlıyordu. Zenginleştikçe zenginleştiler. Bu, fakir halk için çok iyi bir resimdi.Olmak istedikleri hedefi işaretliyordu. Açıkça itiraf etmek lazım okumuş koministlerin yapamadıkları kooparatifçilikle zenginleşmeyi bu cahiller isimsiz dayanışma ile başarmıştı. Fakir için çok iyi rol model oldular. Bu arada inandıkları yolda (ki bu islamdı) zafer için her yol mübahtı. Bu bir savaştı çünkü. Yabancılıklarını cihada dönüştürürken manevi değerleri de bir bir yıktılar. Kasalar dolarken maneviyatın içi boşaldı. Kanunsuzluk kanun oldu. Ülkeyi krizlerde koruyan kritik mesleklere tek tek yerleştiler. Daha öncesinde hukukçular kendi taraflarında olsa bile yanlış siyasi kararlara itiraz edebilirdi,eğitimciler şefkat ve dayanışmanın,sevgi ortamının sağlayıcısıydılar, sonra bunların ellerinde hukukçular halkın gözünün içine baka baka yanlış kararlara "evet" demeye başladı. Eğitimciler birebir okullarda kin ve düşmanlığı yaydı. Cahilliğin övünç kaynağı olduğu bir döneme taşındı ülke. Düşünmeyen,inanan insanlar türettiler her yerde.
Bu arada şu unutuldu,siyasetçi dünyayı yese doymaz. Doymadıkça doyacak sebepler aramaya başladılar. Bu arada safiyane islam inancı ile yola çıkıp birden bire yolda kalan kitleler oldu. Çocuğuna iş,ticaretine biraz daha katkı için "bir kereden bişey olmaz "zihniyeti ile prensiplerine ihanet eden müslümanların canları yandı. Gerçeği araştırmadan tembel beyinleri ile sırf camide gördükleri için kendileri ile özdeşleştirip siyasileri tepelerine çıkaran anneler çocuklarını vatani görevlerden tabutları ile geri aldı.
Ülke uyuşturucu verilip tecavüze uğrayan kadın gibi  yavaş yavaş uyanmaya başladı. Ama hem henüz uyuşturucunun baskın ağırlığı devam ediyor ve artık tecavüzcü elde edeceğini zaten elde etti.
Dün ben sandık görevlisiydim. Kapalı bir kadın 12-13 yaşlarında yine kapalı kızı ile kabine girmek istedi. Mühürü kızına bastırmak istiyordu. Yaşı çocukluktan çıktığı için izin veremedik. Pusulasını zarfladı ve zarfı kızına verdi sandığa atması için "Onun da bu duyguyu tatmasını istiyorum,bir daha yaşamayabilir" dedi. Gerçekten üzgündü. Ve bu olay benim son zamanlarda yaşadığım en sarsıcı olaylardan biriydi.
'Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedildi, bütün tersanelerine girildi, bütün orduları dağıtıldı ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edildi. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içindeler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit ediyorlar. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düştü.'
Bu ülke çok kriz yaşadı. Size kendi yaşadığım gözlemleri anlatacağım demiştim yazının başında. Benim gördüklerim şuydu; bugüne kadar bu krizlerde  ülkeyi krizden ve hıyanet içindeki siyasilerden kurtarmak için çok fazla da insanlar canlarını,organlarını,işlerini,akıl sağlıklarını feda ettiler.Ama bu fedakar insanların hemen hemen hepsi muhafazakar insanın,islamcı insanın aşağıladığı,kendinden uzak tuttuğu ufku ve yüreği temiz insanlardı. Muhafazakar "aman bana dokunmayan yılan bin yaşasın" diye köşesinde oturup suya sabuna karışmazken kızlı erkekli gençler canlarından oldu.Ama unutmayın bu yılan herkese dokunur.Şimdi sıra sizde sevgili islamcılar. Canınızı ve işinizi tehlikeye atmamak için köşenizde oturmanın faydası olmayacak. Yılan sağ ve dolaşmaya devam ediyor.Bir gün herkesin sokulma tehlikesi var. Ve şunu unutmayın o canlarını veren yüreği temiz insanlar da artık siz köşenizde oturup dururken "Peki biz kim için uğraşıyoruz" demeye başladı bunu bilin.Herkes kendisi için elini taşın altına koymak zorunda. Şimdi bizler milli bir seferberlik içindeyiz. Aleni savaş yapınızda yoksa tek tek ikna savaşı yapmak zorundasınız. Bu yılan birgün sizi de sokacak.
Bilerek veya bilmeyerek şu günlere hizmet eden kadınlar salı kur'anları,cuma kur'anları gibi bir nevi altın günlerinde nasıl çalıştıysa şimdi çocuklarımız için çalışmak zorundasınız. Bu yönetim böyle kalmayacak. Çünkü en gafil işini yaptı :kadınların canını yaktı. En azından iyi bir gelecekte teriniz olsun. Kölelik sisteminden en çok zarar gören insan kadınlar ve çocuklardır her zaman. Şimdi kalkın ve hazırladığınız şu sistemi düzeltin. Ben bu sistemi nasıl kadınlar hazırladıysa yine kadınların düzeltebileceğine inanıyorum.  Tecavüzcün hala uyuşturucunun nimetleri ile iş başında.Ayağa kalk kadın.

11 Nisan 2017 Salı

Ben Uçak Olamam



   Bugün anlatacağım birkaç şey oldu ama ben siz kıssadan hisse olacak iki olayı bağlamak istiyorum.
   Sabah, yeni tanıştığım,genç bir anneyle çalışırken çocuklardan sohbet ediyorduk. Genç anne planlanmayan hamilelikleri ve sürpriz ikizleri ile birden bire dört çocuk annesi olmuş.En büyük kızının beşbuçuk yaşında olduğunu söyledi. Yüzmeye tutkun olan bu kıza geçen sene yüzme dersleri aldırmış. Çocuk çok başarılıymış ve doğal olarak anne/baba çocuk üzerinde yüzücü hayalleri kurmaya başlamışlar. Üzerine yıkılan anne/babasının hayallerine itiraz eden kızımız babasına şöyle demiş:"Babacım, büyüyünce basketbol ya da voleybolla ilgilenmek istiyorum neden benim yüzücü olmamda ısrar ediyorsunuz? Ben daha beş yaşındayım!" 
Bu anektodu mutlaka anlatmam gerekiyordu. Eve gelene kadar epey hikaye biriktirdim. Ama sizlere en iyi hikayemi en güzel şekilde anlatmak için kucağımda bilgisayar kıvranıp duruyordum.Büyük oğlum yanıma geldi,biraz beni izledi. "Uçaklar ve elmalar yaz" dedi. Bir-iki saniyelik anlamazlıktan sonra youtubeı açtım,aradım,adını bugüne kadar hiç duymadığım Nihil Piraye'nin Uçaklar ve Elmalar'ı karşımdaydı. Tıkladım,dinlemeye başladım.Müzik çok hoştu,yarıya kadar dinledim ama dinleme boyunca Ajdar'ın Çikita Muz'unu düşünmekten alıkoyamadım kendimi."Niye dinliyoruz bunu?" diye sordum. Bir grup(ya da kişi bilemem) keşfetmiş bana mı tanıtıyordu,görüntüde benim görmediğim bişey mi vardı vs..Sakin ses tonunu bozmadan "İnsanlar istediği sözleri yazıyorlar" dedi.
  Uçaklar ve Elmalar'ın müziği çok güzel ve şimdiki çocuklar yargılardan uzak,çok samimi harikalar.







8 Nisan 2017 Cumartesi

GÜÇLÜ KADININ GÜÇSÜZ ANNELİĞİ


 
   Anne olmak için ne kadar acımasız olabilirsiniz? Soru garip geldi değil mi? "Anne olmak için acımasız olunur mu? Aksine daha çok şefkatli olunur!" içinizden geçen cümleler bunlar olmalı.

   Çok,çok sevdiğim bir o kadar da güçlü bulduğum iki çalışan anne ile iş ortaklığı yapıyorum. Hayata bakışları,zekaları,iş bitiricilikleri ve pek çok konuda onlara hayranlık duyuyorum. Neredeyse tek başlarına koca koca sorumluluklar alıp kurtlar sofrasında başarı ile yol alıyorlar. Her ikisinin de gözlerinden sakındıkları iki kızı var. Bu iki çocuğa ben de bayılıyorum. Son derece naif,kalpleri masum,güler yüzlü iki çocuk. Çocuk diyorum ama biri 18 diğeri de 24 yaşında.Anneler bu kızların gözlerine baktıklarında emin olun onları bebek halleri ile görüyorlar. Zarar görmemeleri için üzerlerine titriyorlar. Ve çocuklar da buna bağlı olarak annelerinin pamuk kanatları arasında hayatın tırmalayan ve acıtan taraflarından izole anne aşkı ile büyüyorlar.
   Evvelki gün bu iki kadınla sohbet ederken "Siz çok kötü annesiniz,sakın bana çocuklarınızın iyiliğini düşündüğünüzden bahsetmeyin" demiştim. Şaşırdılar ama kalbimi bildikleri için beni bozmadılar. Güçlü annelerin çoğunda gördüğüm handikaptır bu 'iyilik'le zarar vermek.Sebepleri üzerine pek çok şey anlatabilirim.Yeri gelir bu sebepleri de yazarım belki.
   Bugün 24 yaşında olan kız, annesini aradı,komşularının evinde yüksek şiddette kavga varmış. Telefon kapandıktan sonra anne bebeği için telaşlanır ses tonunda "Canım yavrum,şimdi ağlıyodur,hiç gelemez böyle şeylere" dedi. İşi bırakıp kızının yanında olmak istedi.
   Mücadele içinde hayat süren kadınlar o savaşta öylesine yaralar alır ki asla sevdiklerine üzerlerindeki kan bulaşsın istemezler. O yüzden sevdiklerini sakınır ve korurlar.Bu belki büyük bir fedakarlıktır. Ama size şunu söyliyeyim anne/baba olmak daha büyük fedakarlıklar ister.Evvelki gün dostlarıma söylediklerim şunlardı ki,bugün konunun altı çizilmiş oldu;"Bu çocukları bu kadar koruyarak zarar veriyorsunuz.Ne zaman başımıza ne geleceğini bilemeyiz. Şu kapıdan çıktığımızda bir arabanın bize çarpmayacağını,şu anda kalp krizi geçirmeyeceğimizi bilemeyiz.O yüzden çocuklarımızı tek başlarına kaldıklarında ayakta durabilir hale getirdiysek iyi anneyizdir.Miras olarak iyi baba,iyi amca,iyi teyze,iyi hala,dayı bırakmak,iyi maddiyat bırakmak yetmez.Hayat için duygusal ve mental dayanıklılık bırakabilmek gerekir. Hiç kimsesiz kalsa bile çocuk, "ben ondan eminim" diyebilmek gerekir.Bir çiçeği su ile büyütürüz ama yine suyun fazlası ile de öldürürüz."
   Annelere önerim: çocuklarınızı anneliğiniz ile boğmayın. Madem ki dünyaya getirmişsiniz onları bırakın yaşasınlar,kendileri olarak yaşasınlar,düşerek,kalkarak büyüsünler. İzin verin dünya ile temas etsinler.
 









5 Nisan 2017 Çarşamba

Mendilin Hayali







     Bugün sizlerle Aleksandar Prokopiev'in pinhan yayınlarından çıkan "Homunkulus" adlı kitabından bayıldığım bir öyküsünü paylaşmak istiyorum.Şahane bir öykü.Uzun uzun yazmamak için fotoğrafladım. Aynı keyifle okursunuz inşallah! 






4 Nisan 2017 Salı

İki Tataflı Mahalle Baskısı

 
   Uzun yıllardan beri tek başına ve serbestçe dolaşarak çalışırken yaklaşık bir aydan beri bir kurumda oda kiralayıp sabit bir mekanda çalışmaya karar verdim. Ruhum bu işe her ne kadar yabancı olsa da alışmaya çalışıyrum. Bu çalışma şeklinin getirisi olduğu gibi götürüleri de oldu elbette. Daha öncesinde sadece kendime sorumluyken şimdi yanımdaki arkadaşlarıın da hayat disiplinlerini dikkate almak zorunda kalıyorum. Onların benim adıma verdikleri sözleri önemsemek durumundayım. Buna bağlı olarak uzak semtlerde daha önce gönül rahatlığı ile bağlantı kurarken şimdi daha dikkatli oluyorum. Uzaklara sözler veremiyorum.Aradaki mali dengesizlik için facebook üzerinden tanıtımlar yapayım,"madem ben gidemiyorum,bana gelsinler"dedim bir sayfa açtım. İnsanların sinir oldukları zoraki gruba dahil etme tacizinde bulunmak istemedim ve durum güncelleme bölümünde beğenmelerini rica ettim. Hatta beğenmeleri için rüşvet teklif ettim :)))) .
    İşin espirisi bir yana sayfa masaj terapi sayfası olduğu için pek çok arkadaşım,özellikle er kişiler :) beğenmekte tereddüt etti.Tabi kendi kendime konuşurken bir dolu küfürler savurdum hepsine,evet arkanızdan konuşmak gibi olmasın arkadaşlarım direk yüzünüze söyleyeyim bari :) ."Ha! evet, çok coolsunuz, ne kadar da ulaşılmaz varlıklarsınız,elitist yapınızdan bir dal versenize benim de ihtiyacım var" diye söylenip durdum içimden.
   İşin komedisini bir tarafa bırakıp esas yüzüne geleyim; mesleği uygulayan kişi dahi göğsünü gere gere "şu işi yapıyorum" diye söyleyemiyor. Benim ağrı tedavisi yapıyor olmam bir şey değiştirmiyor. Sonuçta kapalı bir oda ve mutlu son zanlısı bir meslek.Kaldı ki ağrı ihtiyacı olmadan keyfi de çalışabilirim. Yıllardan beri, bu işi uygulayan biri olarak sanık sandalyesindeki mesleğim üzerine olan algılarla mücadele ediyorum. Dün,bu mahalle baskısının diğer tarafta da yaşandığını farkettim. Sayfayı cesurca beğenenler oldu teşekkür ederim,"yanlış anlaşılırım" baskısı ile beğenmeyenler de oldu. Kaldı ki benim karakterim ve iş kutsiyetimden emin oldukları halde.
   Benim yanlış anlaşılırım korkum yok. Size bir hikaye anlatayım, rahmetli dedem o kadar çapkınmış o kadar çapkınmış ki,cenazesi neredeyse kadınlar matinesi gibiymiş.Annem babası için şunu söylerdi"O kadının yürüyüşünden ne olduğunu anlardı" derdi.Bu yüzden mahalle baskısı beni engelleyemiyor. İnsanların duruşu neyse dili odur,kendini anlatır zaten. Buna inanıyorum.Hele ki konunun içindeki insanlar en iyi anlayanlardır. Mahalle baskısına verilen ufak pirimler tepeden aşağı inerken büyüyerek yuvarlanır. Mahalle baskısı hangi konuda olursa olsun,hangi tarafta olursa olsun büyütüp altında ezilecek kadar çığlaştırmayalım.

2 Nisan 2017 Pazar

İçten Olmanın Dayanılmaz Hafifliği

   Bugün müşterilerimden biri ile çalışırken bir yandan da uzun sohbet içinde bulunduk. Tanışalı uzun zaman olmadı ama işimi sevme sebeplerimden biri, dilediğim kişi ile çalışma şansımın olması ki,bu hanım da benim için iyi bir sebep.Kendini şahane şekilde disipline edebilmesi, mükemmelliyetçilikle esnekliği çok iyi harmanlayabilmesi bende asla olmayan özellikler ve  özendiğim huyları. Bu şekli ile aynı yerde durmuyoruz ama insana,insanlara,hayata bakışı ile pek çok konuda aynalanıyor gibi oldum.Sohbet sohbeti açtıkça bazı yerlerde iç sesimle konuştuğumu zannettim. Bu durum beni mutlu etti.Yalnız olmamanın güvenini hissetmek bir yana, karakter çizgisi güçlü biri tarafından aynalanmak daha da hoştu tabi.
   Konuştuğumuz konulardan biri de hesap tutmadan iyi olmanın getirdiği ve götürdüğü şeylerdi. İnsanların,kendilerine ayrıcalık hissi verdiren duvarlar olmadan (statü,imaj,benmerkezcilik vs..) hesapsız iyilik yapan kişileri kolay ve ucuz bulunur zannettikleriydi. İçtenlikle deşifre olan kişilere karşı çoğu insanda büyük bir değer bilmezlik var. Hatta şeffaflıkla gönül kapılarını açan kişilere yönelik samimiyetle laubaliliği birbirine karıştımak gelenek haline gelmiş.
   Şunu farkettim,bu güzel kadında da (sınırları çok keskin olmasına rağmen) tıpkı benimki gibi içtenliğin getirdiği/götürdüğü saygınlık yitirme korkusu vardı. Aslında 'saygınlık yitirme' doğru sözcük olmayabilir.Güçlü bir kadının, içsel olarak saygınlığını yitirdiği düşünebileceğini ya da hissedebileceğini sanmıyorum. Ama başkalarının bakma dereceleri ile ilgili şüphelerimiz oluyor elbette. Şuna emin olun ki, tüm kalbi ile samimi olan insanların görme anlarında bir ışık olur ve o ışıkla baktığı herşey kutsal bir değer/aşk taşır. Kendisine yönelmiş başka bir gözde de aynı ışığı,aynı kutsiyeti görmeyi arzular.Buyüzden saygınlık yitirme korkusu silik bir karakterin izi değildir,kutsal bir ışığın sönme korkusudur.