19 Haziran 2017 Pazartesi

"Ata" bir umut

Bugün size anlatacaklarım iki gün öncesinin hikayesi. Hemen hemen aynı şeyleri o anın heyecanı ile daha hızlı olduğu için facebook sayfasında paylaşmıştım.Tekrar olacak ama olsun, burası madem ki günlüğüm burada da bulunsun.
Cumartesi günü tek sevgi üzerine iki ayrı olay yaşadım.İstanbul'un iki ucunda iki ayrı işim vardı. Sabah Florya'daydım.İşimi bitirdim ve jet hızıyla Bostancı'ya dönmem gerekiyordu. Söğütlüçeşme'de metrobusten inip sarı dolmuşlara bindim. Gördüğünüz Atatürk'e ait bir kitap okuyan beyefendinin fotoğraflarını çektim.(izinsiz :/)


Şöyle bir not yazmıştım facebooka:
"Yaş kaç olursa olsun okurken önem arz eden şahsiyetler vardır. Verdikleri dersler bitmez,altı çizilir"

Aynı günün akşamı evde cereyan eden olay şöyleydi : cüzdanımdan 100 lira kaybolmuştu. Genel olarak paramın miktarını,çantamda ne olduğunu bilmeyen ben o paranın cüzdanımda olduğunu çok iyi biliyordum çünkü dörde katlanmış ve ters duruyordu. cüzdanına para koyarken Atatürk'leri üst üste getirme takıntısı olanlardanım ama bir yandan da obsesyonlarımı yenmeye çalışan üzerine giden biriyim. Ters duruşu gözüme çarpmıştı ve kendime "hastalıklı olma tersse ters,öyle kalacak" demiştim.
Akşam eve geldiğimde baktım yerinde yok. Şüphelendiğim biri de var oradan alacak. Oğlumla "nasıl olur,vay..."diye konuşurken takıntılardan şunlardan bunlardan söz açıldı.Bu arada ben de sesli olarak "Eh ne bekliyodun,Atatürk'ü ters koyarsan böyle olur işte,hak ettim.." diye söyleniyordum. Oğlum ilkokuldaki sıra arkadaşını anlattı bana. Çocuk üstün zekalılar okulunda falan okumuş. Ben de tanımıştım,efendi tertemiz bir çocuktu. Parayı dik tutup öteki parmağınızla topaç gibi çevirdiğiniz oyun vardı ya,çocuk onu oynarken asla Atatürk'lü tarafa vurmazmış. Ben bu hikayeyi duyunca nasıl zevklendim mutlu oldum anlatamam.Çünkü Atatürk öyle bir kişilik ki,7'den 70'e ,dinlisinden dinsizine,cahilinden okumuşuna,milliyetçisinden evrenselcisine  öyle bir sevgi ki sevginin de ötesinde bütünleyen bir güç.Bizi birbirimizden ayırmaya,bölmeye ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar hepimizin toplanacağı bir adres Atatürk. O, çok büyük bir aşk ve ben onunla ilgili böyle sevimli ayrıntıları gördükçe,duydukça çok umutlanıyorum bu insanlık iyileşecek diye.Sait Faik'in dediği gibi "Dünyayı gizellik kurtaracak/Bir insanı sevmekle başlayacak herşey"
Cumartesi bu ayrıntıların hepsi üstüste yaşandı :)







14 Haziran 2017 Çarşamba

ÖYKÜLER - ARAF

   1

    Neden beklediğimi bilmediğim gibi neyi beklediğimi de bilmiyorum.Bir erkek neden beklenir? Belki başka kadınlar için pek çok sebep vardır. Bunu sormalıyım arkadaşlarıma,hangi duygu onları bir erkeği beklemeye iter. Sevilme duygusu mu(ki,bu benim için önemlidir aslında),yoksa sevmenin hazzı mı?Bir kadın sevildiğini nasıl anlar?Sevilmek denen duygu kişiye göre değişir mi? Benim için sevilme duygusu basittir;milyonlarca,milyonlarca kişi arasında o kişi tarafından benim ‘özel’  bulunmamdır sevilmek.
    Bir erkekte mola verdim. Şimdi kendimi sorguluyorum,bu molanın sebebi ne? Kendimi onunla özel hissetmiyorum. Herhangi biriyim onun için. Belki hastalık riskinden uzak rahatça seviştiği bir kadınım sadece. O, benim için özel biri. Onu seviyordum.Şimdi mi? Şimdi de seviyorum ama kırgınlığım sevme duygumdan daha büyük. Ve sevme duygumla alışkanlık duygum çok iç içe geçmiş durumda. Kendimi yanında rahat hissediyorum. Beni yormuyor. Saçma kaprislerime dahi sabır gösterebiliyor. Ne zaman kırılıp ne zaman üzüleceğimi,ne zaman kızgın olacağımı çok iyi öğrendi. Düşündüğü ben olmayabilirim de. Bütün bu bilgiler ışığında başını ağrıtmamak için taktik uyguluyor olabilir. Ne olduğunu, onun neler yaşadığını,gerçekte neler düşündüğünü öğrenemiyorum. Sorularıma geçiştirme cevaplar veriyor ya da verdiği yanıtlar bana çok da inandırıcı gelmiyor. Kırılganlığımı bildiği için kırmamak adına yanıtlar verdiğini zannediyorum.
    Tanışmamızın ilk dönemlerinde çok daha iyiydik. Bu iyiliğin sebebi benim coşkuyla ona yakınlaşabiliyor olmamdı. Şimdi coşku duyamıyorum. Güvensiz alanlarda sinir sistemim zayıflıyor.  Kendimi onunla olabilecek geleceğe dair güvende hissetmiyorum bu da coşkumu kesiyor.Beynimdeki bütün düşünceleri sıfırlayıp onun ruhsal alanına kendimi bırakamıyorum. Güvenmiyorum. Beni defalarca bıraktı. Yoo! yanlış anlaşılmasın,yanımdan uzaklaşmadı,hep yanımdaydı ama bıraktı beni. Yarı yolda bıraktı,yalnız bıraktı,güçsüz bıraktı.Çok bıraktı. Ben ise hala onunlayım.
    Başka bir erkekle birlikte olabilirim.Beni onun yanında tutan başka bir erkeğin olmaması mı,yoksa başka bir erkekle olursam ona ihanet edeceğim duygusu mu tam analiz etmiş değilim. İhanet konusunu açmam gerek; bir erkekle birlikte olursam onu kandırmış suçluluğu hissetmem. Bana bunu hissettirebilecek haklılığı yok. Ama ona kıyamamak gibi,üzülmesini istememenin duygusunu  yaşarım. İlişkimde yarı tarafımla onu hissettiğim için onun duygusunu içşelleştirmeyle gelen kırgınlığı yaşarım. Ve işte bu empatik duyguya ihanet etme hevesim yok. Kendimi üzemem.
    Hüzünlü şarkılar dinliyorum.Sevgilisinden ayrılanların,kavuşamayanların,yalnızların  şarkılarını dinliyorum. Ama gerçek bir hüzün yok içimde. Zamanın içinde ölmüşüm gibi garip bir donukluk yaşıyorum. Etrafımda olup biten her akışı izliyorum ama ben zamanda ölmüşüm. Delirten bir beyin kurgusu. Hüznümün sebebi bu ölüm işte. Arafta kalmış gezgin ruhların hüznünü yaşıyorum. Onlar gibi, coşkumu yaşayamıyorum. Onlar gibi, sarılamıyorum. Kucakladığım her şey sonrası ellerim sarıldıklarımın içinden geçip yine kendi göğsümde kavuşuyor,kendi kendime sarılıyorum. Kollarımın arasında başka birinin sıcaklığını arıyorum. Onun bu sıcaklığı veremeyeceğini biliyorum. Böyle bir kabiliyeti olmadığı gibi bu durumu değiştirme planı da yok. O, bu konuda rahatsızlık hissetmiyor sanırım. Ama ben bekliyorum. Onun bana sarılmasını bekliyorum. Ben ona sarıldığımda göğsümde duyumsadığım tenin benden başka birine ait olmasını bekliyorum. Bu kişinin o olmasını umuyorum. Ondan vazgeçebilirim. İtiraf etmem gerek ben ondan çok beni özel hissettiren bir tenin sarılışını arzuluyorum. Sevilmenin sarılışını arzuluyorum. Çünkü araf çok soğuk ve ben soğuktan hiç hoşlanmam. Ya dünyaya dönmeliyim ya da cennetse cennet,cehennemse cehennem bir yerde olmalıyım. Hiçbir yerin dondurucu soğuğundan uzaklaşmalıyım. Kabul etmelisiniz ki, hiçbir yerler hiçkimsesiz yerlerdir.
Hayallerimde sevdiğim erkek başka biri oluyor. Kalbi ve gözleri sımsıcak,bakışları ile bile sarılabilen büyük bir güven denizi oluyor. Ben de ona sarılıyor,sarılıyor daha çok sarılıyorum. Zihnim susuyor,yargılarım,yorumlarım,kaygılarım sıfırlanıyor. İyi bir gebeliğin cenini oluyorum. Gerçek dünyaya döndüğüm zaman ona hayallerimin bakışı ile bakıyorum. Ondan uzaklaşmak istemiyorum çünkü. Onu  seviyorum.Onun da beni sevdiği hayaline inandırıyorum kendimi. Böyle daha iyi hissediyorum.
    Erkek konusunda çok zavallı ya da takıntılı biri sayılmamama rağmen neden onda durduğumu merak ediyorum. Anlamsız hareketsizliği sevmeyen ben,bu durgun sevgililiğin içinde neden oyalanıyorum. Beklediğim şey ne? Onda gördüğüm ya da görmeyi umduğum şey ne?
    Çok sıkılıyorum. Tekrarlayan bir mektup yazıyorum ona;"Tanıyor olduğun için üzülüyorum belki de. Biliyorsun. Ne zaman üzüldüğümü, ne zaman kızdığımı biliyorsun. Anlıyorsun. Ve bütün anlamalarına rağmen sınırlarını aşmıyorsun, sınırlarımı aşmıyorsun. Bu yüzden sana çok daha fazla kırgınım.Beni çok özletiyorsun,bu kadar özlettiğin için çok kırgınım." Hiçbir zaman göndermiyorum bu mektubu. Aman Allahım ben de mi acıyı seven biriyim yoksa! Ama hayır,ben acının içinde değilim,cehenneme bile gidemedim ki,araftayım.
Çok sık uyanıyorum .Sürekli hayal kurmanın verdiği yorgunluğu biliyor musunuz? İki dünyada birden yaşarsınız.İki zamanlı efor sarfedersiniz. Gerçeğe uyanık olursunuz ve hayalle olmayanı olmuş gibi görmeye çalışırsınız ya da uykuda olursunuz ama uyku sandığınız jet lag etkisi gibi bir uyuşukluktur.. Yolculukları durdururmu bu sersemlemeler? Hayır,devam edersiniz gitmelere/gelmelere. Bu yolculuktan yorulacağım gün olacak. Bir istasyonda duracağım.Ama yine de şu an, durduğum istasyonda beni karşlayan kişinin o olmasını umuyorum. Duracağım istasyonda onu bekliyorum.

   
   

4 Haziran 2017 Pazar

Yorumun Yorduğu Zamanlardan Birinde


Bir ay sonra bir ay öncekinden  farklı olmayan,iyiye doğru değişmemiş,gelişmemiş insanlarla ya da böyle potansiyeli olmayan kişilerle arkadaşlık kurmakta zorluk çekiyorum. Onların aynı yerdeliğini izlerken ben de aynı yerde tıkılı kalmışım hissine kapılıp mümkün olduğunca  bu tür kişiliklerden uzak duruyorum.Dolayısı ile çevremde sevdiğim ve arkadaşım olan kişiler gelişmeye açık,empati yeteneği olan,genel olarak okuyan,kendilerini  geliştiren insanlardır.Paylaşımlarımız da okuduklarımız,öğrendiklerimiz,yenilikler üzerine olur.Sohbetlerimiz gelişim üzerine olduğu için eksiklerimizi de konuşuruz.Pek çoğunun kişisel gelişim ve spiritüellik üzerine, okumasa bile duyduğu şeyler vardır.Kuantum yasaları,evrensel yasalar vs..
Bunca yıllık okumuşluğumdan şunu anladım ki bu yasaların yasa olması için onbinlerce kişinin takip ettiği,gak dese insanların para verdiği guk dese elini öptüğü birinin ağzından çıkmış olması lazım. Henüz benim konuştuklarıma kimse ödeme yapmadığı için bu yasalardaki yanlışları ortaya sunmam ne ki? eleştirmem bile mümkün değil. Kaldı ki yetkin bir diplomam da yok bilinçaltının dehlizlerinde uzayıp kimin annesine ya da babasına arzu duyduğunu anlatıvereyim!..
Efendim gelelim yazının bugün de bu oldu kısmına; Uzun zamandan beri bu yasalarla yapılan eleştirilere itiraz ediyorum. Çünkü yanlışlar. Ama itiraz ettiğim zaman kendi yansımamı görmek istemeyen,eleştiriye kapalı ya da kendimi rahatlatmak için yanlış inançlarla süsleyen biri oluyorum. Dediğim gibi elimde ne diploma var ne de ellibin takipçi ne de bir terapi seansım asgari ücrete denk. Topa koşarken ofsayte düşürülüyorum anlayacağınız.Bu bende zaman zaman tahammülsüzlük yaratıyor,kırıcı oluyorum Sadece anlatmak istiyorum. Yorumlamadan olaylarımı sıralamak istiyorum. Sohbet edemiyorum ama .Hemen bu yasalarla çepeçevre sarılıp eksiklerim masaya yatırılıyor.Hayır! şu anda istediğim terapi ya da danışmanlık değil ,anlatmak istiyorum o kadar. Gerçekten o kadar. Eleştirilere tepki gösteriyorum çünkü çok ezberlenmiş,derinliği olmayan kalıplarla eleştiriliyorum. Sebebi kendimle yüzleşmek istemeyişim değil. Mesela,şişmanlığa,yemeğe övgülerim vardır,sebebi şişman olmam değil,sebebi gerçekten şişmanlıktan rahatsız olmamam.Cosmopolitan kadını dayatmasını yememem.Bu boyuma bu kilomla da kadınlığımdan hoşnut olmam. Şişmanlığı bu kadar övüyorsam aslında kendimle yüzleşmemek için yapıyorumdur vs.vs... Bazen de şöyle olur, diyete başlamak benim için uzaya merdivenle çıkmayı göze alan bir motivasyon ister ki, o motivasyonu toplayıp kendi bedenime göre diyet yaptığım da herkes diyet uzmanı oluverir. "Onu yeme bunu ye..Sıkı kahvaltı yap!Kahvaltı günün en önemli yemeği.." Hayır,derim ben kahvaltıyı ne kadar erken yaparsam gün boyu o kadar çok yiyiyorum,geciktirmek benim yararıma.."Yoook! olmaz öyle şey. Çünkü Takvim gazetesinde öyle okumadı,posta gazetesinde de uzman doktor bilmem kim sabahları yiyin demişti,en iyi haliyle kendi bir dahiliyeciye gitmişti doktoru filanca filanca demişti...
Efendim fazla uzatmadan birkaç gündür üst üste yaşadığım derdime geleyim.Arkadaşlarımı çok seviyorum,onlara sahip olduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Her biri ayrı ayrı değerli. Ama ben gün raporu verir gibi sadece anlatmak istiyorum,düşünmeden,yorumlamadan. Bazen sadece cahil gibi sohbet etmek istiyorum.