17 Ekim 2017 Salı

Keşgek Dağları Ve Şehirli Kadın

Geçen hafta olan şeylerden bazıları şunlardı: Aile kahvaltıda toplandık,Almanya'da büyümüş Karadağ kökenli bir arkadaşımla Büyükada'ya gezmeye gittik. Buket Uzuner'in bir öykü kitabını okudum,Elif Şafak TEDX konuşmasında biseksüel olduğunu ve bunu kamusal alanda konuşamadığını açıkladı. Liv Ulman'ın 'Değişim' adlı kitabına başladım.
Bütün bunlar birbirinden ayrı olaylar gibi görünse de benim hayatımda düşüncelerimin oluşmasında büyük şansım olarak gördüğüm eş zamanlı tesadüfler zenginliklerinden biriydi.
"Bir Erkeğin Dayanılmaz Bilinçaltı Tutkusu" okuduğum ilk Uzuner öyküsüydü. Bir sabah uyandığında kendini kadın olarak bulan erkeğin bir günü. Sokağa çıktığından itibaren bakkalından taksicisine kültür derecesi ne olursa olsun sarkan laf atan adamlarla geçiyor günü.Günü tamamlayıp eve gittiğinde adet kanaması ve o kalın yastık gibi pedi bacak arasında taşıması vs..kadının günlük yaşantısındaki zorluklar.
Ertesi gün kahvaltıda annem köy anılarını anlatıyor;Kuzeni, kocasını askere gönderdikten sonra bir gün şehre alışverişe iner( biz çarşı deriz bu ziyarete),çarşıya iner. Nasıl olduysa geç kalır dönüşte,belki bir minibüslük geç kalma. Öyle saatler süren geç değil. Kuzeninin o yarım saat, bir saatlik gecikmesindeki dedikodu malzemesi şöyledir:"Gıııızzz! E onu asgelle (askerler) Keşgek dağlana çekivemüşledürr!.."(çekivermişlerdir yani tecavüz etmişlerdir) "Allah allah!" diyo annem çocukluğunu hatırlayarak ,"Akıllara gelen şeye bak! bacak arasından başka bişey değil". Sonra benim kuzen "Ne düşünsünler hala?" dedi "Ülke siyaseti mi konuşsunlar,bildikleri tek şey bacak arası,yorumlar,konuşmalar da bacak arası doğal olarak"
Kahvaltıdan ayrılıp Büyükada'ya geçtik. Karadağlı arkadaşımın annesini tanıyorum. Orada sohbet sohbeti açarken,arkadaşımın anlattıkları derken okuduklarım,izlediklerim tek tek gözümün önünden geçti.'Köylülük' tanımımı tarif edeyim önce de sonra yanlış anlamalara meydan vermeyelim. Köylülük derken benim tarifim kapalı olmak,toprağa bağlı olmak,değişkenliğe açık çok olmamak,toprağını ve kendini muhafaza etme güdüsü ve zaman zaman da bu koruma güdüsünün getirdiği cehalet gibi şeyler.Köylü olmak,köylülük dünyanın her yerinde var.Fakat bakıyorum başka ülkelerde köylü muhafazakar bile olsa evrensel olabiliyor. Dünya ile ilgileniyor. Dünyanın bir parçası olduğunun farkında. Okuduğu tek kitap incil bile olsa evrenselliğinin farkında.Beynini bir kutunun içine sıkıştırmamış. Evet kapalı bütün toplumlarda seks birincil konudur ama evrensellik bu konuya yumuşaklık,şefkat getirir.Bir saat geç gelen gelinin başına bir iş gelmiş olabilir illa asgelle Keşgek dağlana çekmez.
Arkasından Elif Şafak'ın itirafı. Üstelik en olmadık şekilde bir itiraf(sözde itiraf,çoğu kişi buram buram reklam kokusu aldı)
Köylü için muhafazakarlıktan dolayı birincil sorun bacak arası diyelim, ya şehirli? Arkadaş şehirli kadının kadınlığından ve cinsinden,cinsiyetinden başka sorunu yok mu? En önemli sorunumuz bu mu? Türkiye'nin en çok satan kitaplarını yazan yazarısın hala çözemedin mi bu sorunu? Kim senin kaç kişiyle nasıl seviştiğini sorguladı da sen bunu açıklamaktan korktun bugüne kadar?Aslında benim esas tepkim şu, bu konu senin neden sorunun oluyor?Neden açıklama ihtiyacındasın? Sen bunu neden sorun olarak hayatında tutuyorsun? Sen tutuyorsan  kasaba insanı ne yapsın? Bu kadar mısın,bu kadar mıyız? Bu yüzden kasabalı moderniteyi her yerde her şartta sevişmek ile karıştırıyor. Çünkü daha şehirli o köylü kafadan, Keşgek dağlarından kurtulmuş değil.
Şehirli kadın, kadınlığını bir yere oturtabilmiş değil. Kadınlığı ile barışık değil. Her ay bacak aramızda ped taşımak zorundayız. Çile bülbülüm çile. Abi erkek doğduğundan beri bacak arasında pedden daha şişik bişey taşıyor ve hiç şikayeti yok. Gayet gurur ile taşıyor. Pedimizle barışamaz mıyız? Pedimizi gurur ile taşıyamaz mıyız?
Ve Liv Ullman.. Şehirli bir kadın. Kuzeyin o soğuk karakterinin içinde bile şehirli kadının sorununu nasıl incelikli anlatmış. Onun için,onlar için şehirli kadının tek sorunu memeleri değil çünkü. Kalabalıklar içindeki yalnızlığı, 24 saat çalışsa bile asla kendine ait alanı olmayışı, anlaşılamama, kendine kendinden başka kimsenin şefkat göstermeyişi,kendi içindeki kaynakla kendini beslemek,büyütmek zorunda oluşu ve daha bir çok şey inanın bana ayda dört gün kullandığımız pedden daha büyük sorun.
Ülkemde çok güzel kadınlar var.Benim çok güzel kadın arkadaşlarım var biliyorum ve bu bana kıvanç veriyor. Ben diyorum ki, beyinlerimizi Keşgek Dağları'ndan kurtaralım. Kurtaramayanları iyileştirelim çünkü bu ulusal bir hastalık,şehirli kadınn daha büyük sorunlarını örten hastalık. Ve kadınlar ,nasıl ki bir erkek bacağının arasındaki şişkinliği 30 gün gururla taşıyor bizler de dört gün pedimizi gururla taşıyalım.

6 Ekim 2017 Cuma

Durun!! Siz Kardeşsiniz!!

Yanımdaki masada Yunan kökenli bir aile vardı. Sanırım İstanbul'un gayrımüslim tabir edilen yerlilerinden. Yunanca ve Türkçe karışık konuşuyorlardı,yaşlıydılar. Yine yaşlı bir erkek arkadaşları geldi,şakalaştılar. Aralarındaki espiri her ne ise,kadınlardan biri "ver mehteri " gibi birşey demek istedi ama cümleyi oturtamadı. Oydu buydu derken "mehter marşıyla gelirsin,İzmir marşıyla gidersin" de tamamlayabildiler cümleyi.
Ben yunan kökenli birinin bu deyimi bu kadar benimsemişliğini garipserken her zaman agresif çalışan zihin refleksimle "Lanet olsun siyasete,siyasetçilere,devletlere,sınırlara.. Bölmeyin lan insanları!" diye içimden geçirirken "şu şahitliğimi dostlarıma yazayım" dedim.
Sosyal medya gruplarından birinde yazarken bir dikkatsizliğimizi daha farkettim. Bizler aynı topraklarda devlet diye bir kurum olmasa gayet güzel yaşayacakken bu espiri devlet televizyonu eğlence programında bile uzun yıllar nasıl rahat kullanılmış. Halbuki birlikte yaşadığımız ne çok Rum var.
Merak ediyorum,matematik yaparsak bu tür fanatik cümleler bir milleti olası saldırıya karşı güçlü mü tutar yoksa sıcak savaşın olmadığı topraklarda 'sen-ben'i mi canlı tutar. Kârlı olan politika hangisidir tüm insanlığı ilgilendiren?

5 Ekim 2017 Perşembe

Vapurda Çay

Yıllar yıllar önce birinden duyduğum bir hikayeydi o yüzden yanlışım olabilir; Vakti zamanında Galata Köprüsü'nde bir çaycı varmış. Adamın biri çayın yanında limon isteyince güzel bir azar işitmiş çaycıdan " Çay içmeyi bilmiyosan çorbacıya git" diye. 'İşini sanatla yapmak ' diye bir deyim vardır. İçinde ruh olan herhangi bir şeyi sevmemek mümkün değildir. Onun bir yerlerde bir kimselerde mutlaka ama mutlaka saygınlığı vardır. İnsanlar o estetik ruhu kaybedeli 'güzel' tanımı da doğal olarak değişti. Karanlığın içindekini,görünmezin arkasındakini göremez oldu.Niteliğin yerini nicelik aldı ve o yüzden daha fazla ışıltılı,daha fazla pahalı en enler favori oldu. O yüksekler,enler sanatın,estetiğin yerini aldı.
Basit, hala bile süren 'vapurda çay' sevinci vardır. Halbuki vapurdaki çay ruhunu çoktan kaybetti. Çünkü çaycı işini sanatla yapmayı bıraktı.Çünkü çaycı ruhunu bıraktı o enlerin kaba dünyasına.
Bugün vapurda çay içmek istedim.Çayı dolduruşundan,ayarına,servisine kadar her şeyiyle yüzüme tokat yiyor gibiydim.
Bu resim vapur çayı değil. Bu iş öncesi poğaçacıdan gırtlak ıslatmak için alınan çay bile değil. Bu gördüğünüz bir küfür. Çaycının bana,kendine yaptığı bir küfür.
Belki de dindeki küffarlık böyle bişeydir. Estetiği,ruhu,aşkı,hayalleri,şiirleri katletmektir.