28 Şubat 2019 Perşembe

KADININ KORUNMASI

   Yalnız yaşayan bir kadının evine gittiğim zaman neye dikkat ediyorum biliyor musunuz? Gerçi geçmiş zaman kipi kullanmam lazım, güvenlik teknolojisi ile ilk izlenimim boşa çıktı,kapı zilinde kimin adı var diye bakıyorum. Kadın kendi ismini zile yazdıysa kapıdan girmeden gönlümü fethetmiş oluyor. Hayat, basit gördüğümüz ayrıntıların birikimidir. Yalnız yaşayan kadınların çoğu zile herhangi bir erkeğinin ismini koyar,babasının,oğlunun,erkek kardeşinin, dayısının.. artık koruyucusu kimi sayıyorsa. Günlük yaşantısına bakarsınız moderniteyi özümsemiş, ilerici, gelecek için güven veren kadın bu basit ayrıntıda ezilir. Erkek egemen sisteme bel bağlayıp dolaylı yoldan bu rezil sistemi destekler. Bu ayrıntı sizi şaşkınlığa düşürmesin, "kafaya taktığın şeye bak!" diyebilirsiniz ama bu ayrıntı bir yerinde dağ gibi yüreği olan kadının aslında itaat kültürüne yakınlığını işaret eder. Taşralı ve köylü kadının yaşadıkları, mutsuzluk hikayeleri ile kütüphanelere sığmayacak romanlar oluşturabiliriz. Ama elinde pek çok imkanı olan şehirli kadın bu şizoid yaşantısından dolayı mutsuzdur. Ruhu dibine kadar edilgen ataerkilken entelekt tarafı savaşçı amazondur. İkisinin bir arada yürümesi elbette mümkündür. Çorba tarifi gibi ataeekilliğine bir ölçek anaçlık katarsınız, amazonluğuna bir fiske müzakere, anlaşma, eşitlik katarsınız olur ama bunu yapabilmek için o amazonluğun  iyiden iyiye hücrelerce kanıksanmış olması lazım. Amazonun, bile isteye anlaşma masasına oturması lazım, eşitliği sağlayacak bilgisi ile antlaşması lazım.
   Bugün bir arkadaşım telefon açtı;sosyal medyadan kendine evlilik teklif eden birinden bahsetti. Teklifi ve ihtimal devam edecek tacizi savuşturmak için "Benim sevdiğim biri var" dediğini söyledi (böyle bir gerçek yok halbuki). Bu arkadaşım gündemi sıkıca takip eden,işi gereği gece yarısı eve dönmek zorunda kalan,elektiriğini,suyunu hiç kimseden yardım almadan ödeyen,yurt dışında eğitimler veren,aydınlık vs.vs.biri. Kendine yapılacak olası taciz için sözle de olsa bir erkeğin korumasına sığınıyor. Bu işin bir başka versiyonu parmağa yüzük takıp korunma. Korunmasında hiç bir erkeğin katkısı yok. Yırtıcı şehir hayatının içinde kendi adına düello yapan bir kadın. Ama düellolarının başarısını bir erkeğe hem de olmayan bir erkeğe teslim ediyor.
   Eğer benim örgüt bilincim ve erkim olsaydı önce şehirli kadını örgütlerdim. Şehirli kadının "kendisi olabilme" güzellemesinin destanını yazardım. Erkek koruyuculuğu olmadan hayata harcadıkları emeklerin kutsiyetini teslim ederdim. Yıpranmışlık, delik deşik edilmişliklerinin hakkını  'koruyucuya' teslim etmenin kendilerine ihanet olduğunu öğretirdim. Ben önce şehirli kadını örgütlerdim. Ne yazıkki böyle bir sosyolojik gücüm yok, o yüzden sadece çağrıda bulunuyorum; 'Var' olun. Kendi varlığınızla gurur duyun. Gücünüzün yansımasını mutlaka ve mutlaka toplumun muhafazakar kesiminde de göreceksiniz. Bu bir bakıma fizik kuralı değil mi? Bu aynı zamanda görev değil mi? Işık, uzaktaki karanlığı aydınlatır. Ruhlarınızı eğitin kadın arkadaşlarım. Bilinciniz ile ruhunuzu aynı paralellikte götürün. Ufacık ayrıntıda bile kendinizi gözetin. Bunu yapabilirsiniz. Siz kadınsınız.






2 Şubat 2019 Cumartesi

HAYDARPAŞA

 
 Bir kaç gün önce yaptığım Sarayburnu ziyaretinden sonra sizin de tahmin edeceğiniz gibi Haydarpaşa'yı görmek istedim. Yeniden doğuşlarımın mekanını. Uzun zamandan beri vapur geçişlerimde gördüğüm Haydarpaşa'nın yakından beni bu kadar üzeceğini tahmin etmemiştim. Belki size önce Vezneciler'de yaptığım aktarmayı anlatsam daha iyi olur. Evvelki salıydı,Gaziosmanpaşa'ya gitmek için Vezneciler'de aktarma yaptım. Bir aktarma aralığı ne kadar sürebilir ki, o kısa süre görebilen,duyabilen bir insanın kahrolması için yeterli süreydi. "Nasıl insan kendi vatananına bu kadar düşman olabilir? Nasıl bu kadar kötü olabiliriz? Nasıl bu kadar cehalet içinde yüzebiliriz? Nasıl voleyi vurmak , kısa kazançlar için kültür katili olabiliriz?"soruları, içimi sızlatırken  kafamda Cüneyt Arkın'ın gözlerine mil çekilmiş görüntüleri eşliğinde kanayan gözlerimle dolaştım uzun süre.

    Tarih manyağı olduğum söylenemez. "Değerlerimiz,değerlerimiz.."diye dolaştığım torunculuğum da yok. Peki beni üzen ne bu kadar? Gördüğüm,kahrolduğum görüntüler sadece iki,üç taş binaya çakılmış çiviler,pimapenler,eternitler değildi. O tarihi binaların altındaki büfelerde,mağazalarda ucuz amaçları,insanın burnunu sızlatan küf kokulu ruhları,asla anlamayacağına kanaat edilen beyinleri,bir başkasının hislerine olan aşağılamaları görüyordum.Sığ beyinleri,sığ ruhları görüyordum. Çıkışı olmayan üst sınır bir medeniyetsizliğin içinde yaşamış olmanın gerçeği ile yüzleşiyordum. Medeniyet "Benden sonra?" sorusunu öngörür,"Biz" algısını ifade eder ve bu 'biz'in içine tüm insanlığı koyar,kolektif ekonomiyi,kolektif kültürü öngörür.
   İstanbul'un bu tarihi mekanları, kültürden ekonomiye yaşadığımız tüm olumsuzlukların nedenini,nasılını açıklayan koca bir kitap gibi. Estetik,güzellik kavramlarının yok edildiği  zombi istilasındaki bu şehir her gün daha fazla çürümüş ruhların yemi olmaya devam ediyor. Tarihi, Haydarpaşa'dan bile eski olan değerleri hoyratça harcayan ceset ruhlar Haydarpaşa'ya ne yapmaz ki?!  Estetik bir değere bakarken sadece o metanın oluşum sebebini izlemezsiniz.Estetiği sanat yapan şey de budur. Haydarpaşa'ya sadece TCDD Anadolu yakası bölge binası olarak bakabilir miyiz? Şehrin, hayalleri, umutları ,başlangıçları ve vedaları davet eden sinematik kapısı değil midir Haydarpaşa? Elinde meşalesi ile özgürlük vaad eden Özgürlük Heykeli gibi kurtuluşu vaad etmez mi o şiirsel duruşunda?
   Sarayburnu hikayemde demiştim ya "Haydarpaşa meğer suskunluğunu Sarayburnu'nda kusarmış "diye,hergün binlerce kez tecavüz edilen o rahim Haydarpaşa, yok olan insanlığımızı da kusarmış Sarayburnu'na.
Yine,yeniden doğmak için gittiğim Haydarpaşa bu defa konuştu benimle tadilat brandalarının altında ; iyileşmenin tükenmekten yorucu olduğunu söyledi. Umut etmenin kaybetmekten zor olduğunu söyledi. Bana kendi üzüntülerimle meşgulken, her zaman vefada olanlarınların,dik duranların da yorulduğunu söyledi.
Haydarpaşa bana öyle imdat eyledi ki,"Ben iyi olursam bil ki ülken de iyi olur" dedi.