27 Ocak 2019 Pazar

Haydarpaşa'dan Sarayburnu'na

   Ben iflah olmaz bir kumarbazım.Bu sebepten çok borcum var.Poker,barbut falan değil yanlış anlaşılmasın.Geçmişte cebimde bir lira bile yokken defalarca dükkan açma girişimlerim oldu. Sermayesiz açılan iş yerlerimde masaya koyduğum sermaye,iş gücüm ve geleceğim oldu. Her zaman bir sonraki işimde daha iyi bir yaşantım olacak umudu ile o ticaret denen kumar masasında epey oyalandım. Şimdi masa değiştirdim ama kumara devam. Network marketing denemelerini saymazsak iş kurmuyorum fakat bunaldığım yerde kredi çekiyorum. Nefes alamadığım zamanlar oluyor borcun yükünden. "Amaaan!!" diyorum. "Doktora terapiye vereceğime bari elim bollansın" gibi mazeretlerle kendimi kandırıp borcumu borçla kapatıyorum. Elimde olmadan gelecekten hep ümidim oluyor, kumarbazın bir sonraki elden umutlu olması gibi."Bu defa kurtarıcam "diyorum hep.Geleceğimi masaya yatırmaya devam ediyorum.
 İki aydır devam eden hesaplarımın altında seyreden kazancım sonunda yine bende panik,bunalım,mutsuzluk  halleri başladı.Cumartesi günü işe giderken Zahit Atam'ın Yılmaz Güney üzerine otobiyografik kurguyla yazdığı "Direnmenin Trajedisi" kitabını okuyorum. Sarayburnu hikayesini anlattırıyor Güney'e ; " Ben İstanbul'a geldiğimde Adana'dan bilmediğim bir şey öğrenmiştim,insanlar kendilerine gelmek için Sirkeci'den ya da Yenikapı'dan Sarayburnu'na kadar yürüyorlardı,adı üstünde Topkapı Sarayı'nın hemen alt kısmındaydı,aradan sadece yol geçiyordu.Birgün oradan geçerken edebiyatçılarla birlikte,"ölürüm de ele güne karşı avucumu açmam"deyince,arkadaşlar "aman Yılmaz,hayırlı konuş,hem de burada"dediler.Niye ki diye sordum.O zaman anlattılar,orada denize atlayanın ardından kimse kurtarmak için atlamazmış,hem dalga hem de akıntı varmış,o yüzden İstanbul'un tutunamayanları orada hayata elveda diyorlarmış,tescilli intihar yeriymiş.Dalgıçlar orada ceset ararken pek çok ana "oğlumu İstanbul yuttu"diye feryat figan edermiş. Sarayburnu yani sarayın önü bir anlamda hayata karşı direnemeyenlerin pes etme yeriydi ve ben de ne yapıp etmeli hayata tutunmalı ve kendimi kabul ettirmeliydim."
  İçimdeki bunalımında etkisiyle işimi bitirir bitirmez gitmek istedim Sarayburnu'na."Seni yenicem İstanbul"denip nice umutlarla gelinen Haydarpaşa'nın öteki yakasında yüzleşmek istedim şehirle. Umutlarım ve kayıplarımla yüzleşmek istedim.
  Bunalımlı anlarımın bazılarında gitmişliğim vardır Haydarpaşa'ya.Konuşurdum onunla,sırtımı ona verip İstanbul'la."Seni yenme derdinde değilim,bir minderlik yer versen yeter" derdim.Ses vermezdi. Demek ki suskunluğunu Sarayburnu'nda kusarmış Haydarpaşa bilmezdim.
  Sularını izledim Sarayburnu'nun,nasıl da sevimli ve güzel.Dalıp yüzme isteği uyandırıyor.Kim umar ki o güzelliğin altında nice annenin "İstanbul evladımı yuttu "feryadının olduğunu!..
  Hem kırgınlıkla hem hayranlıkla baktım Sarayburnu'nun sularına.Hadi benim aptallıklarımla denize attıklarım vardı ama İstanbul'un da yuttuğu az değildi ki. Çok da büyük şeyler istemedim,biraz daha insani yaşayayım diye uğraştım,kimine 'yürü ya kulum'derken benim tuttuğumu elimde bıraktı. Aşklarımı bile yuttun Sarayburnu.Aşk yutulur mu? Onları bile bıraktık o dalgalı akıntına.Hiçbir aşkın fırtınası senin dalganı yenecek kadar büyük değilmiş demekki. Kaç tane kendimden boğuldu o sularda.Sen boğdukça ben Haydarpaşa'da yeniden doğdum. Bu ölüm-kalımın galibi kim olur bilmiyorum.Bildiğim o ki, Sarayburnu'nda boğuldukça bu şehre daha çok gömülüyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder